KUR'AN: ALLAH'IN TAHRİF EDİLMEMİŞ
TEK KİTABI |
İnsanın Yaratıcı'sını, yani Allah'ı tanıması, ancak O'nun bu konuda
insana bir bilgi ulaştırmasıyla mümkün olabilir. Bu bilgiye ulaşmak
için—ki insan için olabilecek en önemli bilgi budur—etrafına bakan
insan, üç alternatif kitapla karşılaşır. İnsanlık tarihi boyunca sadece
üç tane kitap "Allah'ın Sözü" olarak ortaya çıkmış ve kabul
edilmiştir. Kuşkusuz "Allah'ın Sözü"nü insanlara aktaran
pek çok insan (yani peygamber) yaşamıştır, ama onların getirdikleri
mesajı içeren sadece üç kitap vardır elimizde: Tevrat, İncil ve Kuran.
Şimdi sırasıyla bu üç kitabı inceleyelim.
Aslında Tevrat ve İncil'i birbirinden kopuk iki
ayrı kitap olarak değil de, birbirlerinin devamı olarak görmek
daha doğru olur. Çünkü İncil'i kabul eden Hıristiyanların tümüne
yakını, aynı zamanda Tevrat'ı da tabul etmektedirler. Bu nedenle
bu iki kitap Hıristiyanlar tarafından tek bir kitap olarak kabul
edilirler ve "Kitab-ı Mukaddes" olarak adlandırılırlar.
Kitab-ı Mukaddes iki temel bölümden oluşur: Eski Ahit ve Yeni
Ahit. |
|
Tevrat dediğimiz kitap, aslında Eski Ahit'tir. Daha da doğrusu,
Eski Ahit'in bir bölümüdür. Eski Ahit 39 kitapçıktan oluşur. Bunların
ilk beş tanesinin Hz. Musa'ya vahyedilen Tevrat olduğu kabul edilir.
Diğer kitapçıkların önemli bir bölümü İsrailoğulları'nın Musa'dan
sonraki tarihlerini anlatır. Hz. Davud'a verilmiş olan Zebur, "Mezmurlar"
adıyla bu 39 kitaptan birini oluşturur. Bunların dışında Hz. Eyüp,
Hz. Süleyman gibi peygamberlerin işlerini anlatan kitaplar ve gelecekten
haber veren "kehanet" kitapları vardır.
Bu tablo da göstermektedir ki, Eski Ahit çok uzun bir tarihsel
süreç içinde oluşmuş bir kitaptır. Hz. Musa zamanında vahyedildiği
kabul edilen ilk beş kitaptan sonra neredeyse bin yıl boyunca Eski
Ahit'in yazımı devam etmiştir. Bu kitapların birer vahiy olduklarını
kabul etmek ise, öncelikle içerek açısından mümkün değildir. Zaten
39 kitabın neredeyse üçte biri tarih anlamıdır, vahiy sayılmamaktadır.
Yahudiler tarafından vahiy olarak kabul edilen kısım asıl olarak
Hz. Musa'ya verildiği kabul edilen ilk beş kitaptır (Tekvin, Çıkış,
Sayılar, Levililer, Tesniye). Ancak bu kitapların elimizdeki nüshaları,
Hz. Musa'dan en az beş yüzyıl sonra kaleme alınmış nüshalardır.
Bu uzun süreç boyunca metinlerde değişiklik ve tahrif yapıldığı
ise açıkça görülmektedir. Metinlerin içinde çok bariz çelişkiler
vardır. Konu ile ilgilenen araştırmacılar, bu beş kitabın, MÖ 9.
yüzyılda kuzey ve güney olarak ikiye bölünen İsrail Krallığı'ndan
doğan iki ayrı krallığın farklılaşan dini inançları ve din adamları
arasındaki çatışmaya sahne olduğu kanatindedirler. Bir başka deyişle,
bu beş kitabın bazı bölümleri "Yahwistler" olarak adlandırılan
güneyli din adamları, bazı bölümleri de "Elohimciler"
olarak adlandırılan kuzeyli din adamları tarafından yazılmıştır.
Beşinci kitap olan Tesniye'de "Musa'nın ölümü ve gömülmesi"nin
anlatılması, tahrifatın çok açık bir delilidir. Çünkü bu anlatımın
Hz. Musa'ya vahyedilmiş olduğunu kabul etmek, elbette mantık dışıdır.
Elimizde bulunan "İncil"in, yani Yehi Ahit'in durumu,
Eski Ahit'ten bile daha vahimdir. Çünkü Yeni Ahit'i oluşturan 27
kitabın hiç biri, Hz. İsa'nın elinden çıkmış, ya da ona vahyedilmiş
bir söz niteliğinde değildir. İncil denilen bu kitapçıkların hepsi,
bazı insanların Hz. İsa'nın hayat hikayesini anlatmak ya da onu
tanıtmak için yazdıkları kitap ya da mektuplardan ibarettir. İncil'in
hiç bir yerinde, doğrudan Allah'tan aktarılan bir söz yoktur.
Yeni Ahit'in 27 kitabının en önemlileri, kuşkusuz "dört İncil"
olarak da adlandırılan ilk dört kitaptır. Bu kitaplar Hz. İsa'nın
yaşamını ve sözlerini aktarma iddiasındadırlar. Matta, Markos, Luka
ve Yuhanna adlı kişiler tarafından yazıldıkları kabul edilir. Kitapların
aslında kimler tarafından yazıldığı belli değildir. Hıristiyanlar
Matta ve Yuhanna'nın Hz. İsa'nın havarileri, Markos ve Luka'nın
da havarilerin yardımcıları olduklarına inanırlar. Ancak araştırmacıların
ortak görüşü aksi yöndedir, özellikle "Yuhanna İncili"
denen kitabın Hz. İsa'nın havarisi olan Yuhhanna tarafından yazıldığı
kabul edilmez. Abartılı derecede usta bir Yunanca ile yazılmış olan,
hatta Platon ve Aristo'dan esinlemeler içeren bu İncil'in, hiç Yunanca
bilmeyen Filistinli bir balıkçı olan Yuhanna tarafından kaleme alınmış
olması imkansızdır çünkü.
Aslında dört İncil'in hepsi de Yunanca yazılmışlardır ve bu durum
onların Hz. İsa'ya vahyedilmiş olan "asıl İncil" olamayacaklarını
gösterir. Çünkü bir Yahudi olan ve Yahudilere tebliğ yapan Hz. İsa'nın
İncili'nin de İbranice ya da Yahudiler arasındaki konuşma dili olan
Aramice olması gerekmektedir. Nitekim bazı Batılı araştırmacılar
Hz. İsa hayatta iken kaleme alınan ve onun sözlerinden oluşan bu
tür bir "orjinal İncil" olduğunu kabul etmekte, Matta
ve Luka'nın kendi İncillerini Yunanca kaleme alırlarken bu İbranice
metinden "alıntılar" yaptıklarını söylemektedirler. "Kayıp
İncil" (Lost Gospel) olarak anılan bu dokümanın özelliği ise,
yine araştırmacıların kabulüne göre, Hz. İsa'yı bugünkü Hıristiyanların
inandığı gibi "Tanrı'nın Oğlu" olarak değil, bir Yahudi
peygamberi olarak göstermesidir.
Bu dört İncil'in bir başka özelliği ise, Hz. İsa'dan onyıllar sonra
kaleme alınmış olmalarıdır. Hz. İsa'nın MS 30 yılı civarında göğe
çekildiği kabul edilir. En erken yazılmış olan Markos İncili 65-70
yıllarında, Matta ve Luka İncilleri 70-80 yıllarında, Yuhanna İncili
ise 100 yılı civarında kaleme alınmıştır.
Dört İncil'in bir diğer özelliği de çoğu konuda birbirleriyle çok
açık bir biçimde çelişmeleridir. Çelişkiler çok belirgindirler ve
tevil edilemez düzeydedirler. Hıristiyanlar bu durumu elden geldiğince
göz ardı etmekte, ya da "İncil yazarlarının sahip oldukları
farklı bakış açılarının Hz. İsa'yı farklı yönlerden görmemizi sağladığını"
söylemektedirler. Ancak bu tevil zaten İncil'in çürütülmesi anlamına
gelir; "İncil yazarlarının sahip oldukları farklı bakış açıları"
işin içine karıştığına göre, ortada Allah'ın sözleri yoktur, insanların
sözleri vardır.
Yeni Ahit'in bu dört İncil dışında kalan bölümleri ise yine İsa'yı
tanıtmak için yazılmış mektuplardır. Çoğu, yaşamında hiç Hz. İsa'yı
görmemiş, ancak onun yeryüzünden ayrılışından bir süre sonra "Hz.
İsa bana çölde gözüktü" diyerek ortaya çıkmış ve Hz. İsa'nın
gerçek havarileri ile şiddetli tartışmalara girişerek kendisini
"İsa'nın en doğru havarisi" saymış olan Pavlus (St. Paul)
tarafından kaleme alınmışlardır.
Bu arada Yeni Ahit'e sokulmamış olan pek çok alternatif "İncil"in
ya da mektubun olduğunu da belirtmek gerekir. Kısaca "Apokrifa"
olarak tanımlanan bu alternatif yazılar, Kilise'nin doktrinlerine
uygun olmadıkları için Yeni Ahit'e eklenmemişlerdir. Yeni Ahit'in
bugünkü şeklini alması ise, 4. yüzyılın başında Roma İmparatoru
Konstantin'in çağrısıyla toplanan İznik Konseyi'nin kararları ile
olmuştur. İznik Konseyi'nde kararlaştırılan bir başka Hıristiyan
inancı ise Hz. İsa'nın "Tanrı" sıfatına sahip sayılmasıdır.
Karar oy çokluğu ile alınmış, konsey sırasında bunu reddeden ve
Hz. İsa'nın normal bir insan olduğunu savunan rahipler ise "sapkın"
ilan edilerek baskı altına alınmışlardır.
Tevrat ve İncil'in üstte özetlediğimiz durumlarını bilen bir kişi,
Kuran'a baktığında çok farklı bir tablo ile karşılaşır. Kuran, ne
Eski Ahit'in tarih kitaplarındaki gibi bir tarih anlatımı, ne de
Yeni Ahit'in "İncil" ya da mektuplarındaki gibi bir "peygamber
biyografisi" içerir. İnsan yazımı olduğu izlenimi verebilecek
tek bir satırı dahi yoktur, tüm Kuran tek bir bütündür ve bu bütünün
hepsinin Allah'ın sözü olduğu açıkça hissedilmektedir.
Kuran Eski Ahit gibi bin yıla yakın bir süreçte yazılmamıştır.
Ya da İnciller gibi kendisini getiren peygamberin ölümünden 40-50
yıl sonra kaleme alınmamıştır. Elde bulunan en eski Kuran nüshası—Musa'dan
500 yıl sonraya ait en eski Tevrat nüshasının ya da İsa'dan üç yüzyıl
sonraya ait en eski İncil nüshasının aksine—peygamberimizin vefatından
çok kısa bir süre sonra yazılmış olan Hz. Osman'ın mushafıdır. Kuran'ın
ilk vahyedildiği günden bu yana tek harfi bile değişmeden bize ulaşmış
olması, tarihsel verilerle ispatlanan açık bir gerçektir.
Kuran'ı Yeni Ahit'ten ayıran önemli bir özellik, onun peygamberimizi
övmek için yazılmış bir "mersiye" olmayışıdır. Yeni Ahit
sadece Hz. İsa'ya yapılmış bir övgüdür, dahası onu ilahlaştıran
ifadelerle doludur. Oysa tüm Kuran'da sürekli övülen ve yüceltilen
tek bir varlık vardır; Allah. Kitabın indirilişinin amacı da insanları
O'nun yoluna davet etmektir. Peygamberimizi öven ayetlerin sayısı
çok sınırlıdır, hatta onu yeren ve hatalarını açığa vuran açık ifadeler
vardır. Başka peygamberlerden, örneğin Hz. Musa'dan söz eden ayetlerin
sayısı Hz. Muhammed'den söz eden ayetlerden fazladır.
Kuran'ın bir başka özelliği, Tevrat'a ve İncil'in aksine, içinde
hiç bir çelişki ve uyumsuzluk barındırmamasıdır. Bu özellik o kadar
kesindir ki, Kuran,"onlar hâlâ Kur'an'ı iyice düşünmüyorlar
mı? Eğer o, Allah'tan başkasının katından olsaydı, kuşkusuz içinde
birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı"
(Nisa, 82) diyerek bu konuda açıkça meydan okur. Hiç bir kimse tarafından
cevaplanamamış olan bir başka meydan okuma şöyledir:
Eğer kulumuza indirdiğimiz (Kur'an)’den şüphedeyseniz,
bu durumda, siz de bunun benzeri bir sûre getirin. Ve eğer doğru sözlüyseniz,
Allah'tan başka şahitlerinizi (kendilerine güvendiğiniz yardımcılarınızı)
çağırın. Ama yapamazsanız -ki kesin olarak yapamayacaksınız- bu durumda
kafirler için hazırlanmış ve yakıtı insanlar ile taşlar olan ateşten
sakının. (Bakara, 23-24)
Kuran'ın bir başka özelliği astronomi, biyoloji gibi konulardan
verdiği bilgilerin, o dönemin yetersiz bilim anlayışından ve batıl
inanışlarından tümüyle farklı oluşudur. Ayetlerde tarif edilen ya
da haber verilen bilimsel gerçekler, 20. yüzyıl bilimi tarafından
ulaşılan bulgulara büyük bir paralellik göstermektedir.
Kuran'ın edebi yönü de son derece üstündür. Kuran indiği dönemde
yaşan ve bütün sanatları birbirleri ile yarışarak güzel söz üretmek
olan Arap şairleri, Kuran'ın karşısında dize gelmişler ve bu kitabın
edebi harikalığını kabul etmişlerdir.
Bunun yanısıra, Kuran'da çok ilginç bir matematiksel şifre sistemi
vardır. Müdessir Suresi'nde dikkat çekilen 19 rakamı, Kuran'daki
bazı kavramların, örneğin Besmele'nin ve Besmele'nin içindeki kelimelerin
Kuran'da tekrarlanma sayını belirler. (Bu kelimeler, şaşırtıcı biçimde,
tüm Kuran'da 19 sayısının katları kadar geçerler.) Bazı kelimelerin
tekrarlanma sayıları da ilginçtir. "Gün" kelimesi tüm
Kuran'da 365 kez geçer. "Günler" 30 kez, "ay"
12 kez geçmektedir. "Şeytan" ve "melek" kelimeleri
88'er kez "dünya" ve "ahiret" kelimeleri 115'er
kez geçer. Yaz-sıcak ve kış-soğuk kelimeri 5 er kez geçmektedir.
Cezalandırma 117 kez geçer, affetmek ise bunun iki katıdır: 234.
Aynı şekilde zenginlik 26, fakirlik 13 kez kullanılır.
Burada çok kısa bir biçimde özetlediğimiz tüm bu gerçekler, Kuran'ın
bir insan sözü olamayacağını ispatlayan delillerdir. Kuran, Allah'ın
Resulu Hz. Muhammed'e indirdiği vahiydir ve indiği günden itibaren
hiç değişmeden bize ulaşmıştır.
Diğer iki İlahi kitap, yani Tevrat ve İncil ise tahrif olunmuş,
değiştirilmiş, "insan sözü" ile karışmışlardır. Kuran'ın
inmesindeki temel nedenlerden biri de zaten bu tahrifattır. Bir
ayette şöyle denir:
Biz Kitab'ı ancak, hakkında ihtilafa düştükleri şeyi
onlara (öncekilere) açıklaman ve inanan bir kavme rahmet ve hidayet
olması dışında (başka bir amaçla) indirmedik. (Nahl, 64)
Dolayısıyla insanoğlunun kendisini yaratmış olan Allah'ın Sözü'nü
bilmesinin, O'nu tanımasının yegane güvenli yolu da Kuran'a teslim
olmasıdır. Allah, "gerçek şu ki, biz Tevratı, içinde bir hidayet
ve nur olarak indirdik, teslim olmuş peygamberler, yahudilere onunla
hükmederlerdi" (Maide, 44) ifadesiyle bu İlahi kitabın da bir
rehber olduğunu haber verir. Ancak bu rehberlik Kuran öncesi dönem
için geçerlidir. Çünkü Yahudi ruhbahları tarih içinde Tevrat'ı bozmuşlardır.
Kuran'ın "onlardan bir bölümü, Allah'ın
sözünü işitiyor, (iyice algılayıp) akıl erdirdikten sonra, bile
bile değiştiriyorlardı" diyerek bu gerçeği haber verir.
(Bakara, 75)
Bu yüzden, insanoğlunun kurtuluşunun yegane anahtarı Kuran'dır.
Bir ayet Kuran'ı şöyle tanıtır:
Ey insanlar, Rabbinizden size bir öğüt, sinelerde
olana bir şifa ve mü'minler için bir hidayet ve rahmet geldi. (Yunus,
57)
|